18 Ocak 2011 Salı
HALA VAKİT VARKEN...
- Hasta yakını kim ?
diye seslendi hemşire kapı aralığından.
- Be...be..benim
- Benimle gelin.Doktor beyle görüşeceksiniz.
Üzerindeki beyaz üniformaya rağmen melek olmaktan çok uzaktı.İri yarı, kaba saba biriydi ve sesindeki tizlik görünüşüyle tezattı.
Hangi merdivenden çıktık, hangi koridordan geçtik, hangi kapıyı açtık hatırlamıyorum.Az sonra barkonun ardında beliren gölgeye hemşire;
- Doktor Bey, 314'de yatan hastamızın yakını
demese, o gölge hizmetli olarak kalabilirdi aklımda.O derece kılıksızdı.Eski bir kazak, iki günlük sakal ve daha sonra göreceğim soluk kot pantolon...
Lafı uzatmadı.İşinin ehliydi, belliydi.Benim özelim, onun için rutindi.
- Ameliyat öncesi bir takım evrakları imzalamalısınız dedi.
Ne evrağı diyemedim, devam etti.
- Genel anestezide az ya da çok her zaman risk unsuru vardır beyefendi.Baş ağrısı, bulantı, kusma, damar patlaması, solunum yetmezliği....
Birlikte vakit geçirme şansımız pek olmamıştı.İstemediğimizden değil, fırsat bulamamıştık aslında.En belirgin buluşma noktamız kahvaltı sofrasıydı.Ekmeğin en kızarmışını, yumurtanın en sarısını hep bana ayırırdı.Sabah kalkar işe gider, akşam saatlerinde yorgun argın geri dönerdi.Bense yalan heyecanla okula gider, yanağıma kondurduğu ıslak öpücük kurumasın diye dua ederdim.
Çok konuşmayı sevmezdi.İçki de içmezdi ama ruhen çakırkeyif olduğu dönemlerde, çocukluk günlerini anlatır, çobanlık hikayelerinden bahsederdi.Bu anlar hiç bitmesin isterdim ama sohbetlerimizin ömrü, tek dal sigaranın ömrü kadardı.
- Karaciğer ve böbrek yetmezliği, kalpte ritim bozukluğu, boğaz ağrısı, ağız ve gözde kuruluk....
Orta son bitip bir de şehir dışında yatılı okul girince hayatımıza, pek ender görüşür olduk kendisiyle.Uzun aralıklarla gerçekleşen iki kısa ziyareti oldu sadece.İlki buğulanmış camda kendinizi aramak gibi bir şey, bulanık.İkincisinin bende bıraktığı yaralar, kabuk bağlamadı henüz.
Bir pazar günüydü.Okuldan kaçmış, köhne lokalde, elimde büyük jeton oturmuş beklerken, kapıdaki karartıyla irkilmiş, kiremit rengi paltosu ve kan oturmuş gözleri ile onu görmüştüm.Korkmuştu.Bir kaç gündür uyumadığı her halinden belliydi.Cumadan gelmiş, ancak pazar gününe kadar beni bulamamıştı.Sert tepkileri yoktu, aşırı çıkışları olmazdı.Sıkıca sarıldı.Neden diye sormadı sadece
- Açmısın? dedi.
O pazar geçirdiğimiz bir kaç saat konuyu hiç açmadı.
- Akciğer enfeksiyonu...
Üniversite yıllarına gelindiğinde, ergenliğinde verdiği ivme ile mekansal ve duygusal olarak iyiden iyiye uzaklaştık birbirimizden.Ancak maddi desteğini hiç eksiltmedi üzerimden.Staj dönemlerinden geriye kalan yaz tatillerinde ara ara cüzdanıma ve ceplerime gizliden koyduğu " Mor Binlikler " küçük sırrımız olmuştu.Hiçbir şeyi aleni yapmazdı.Duygusaldı ama duygularını gizlemeyi bilirdi.Yağmur kıvamında ağladığını hiç görmedim ama anne ve babasını kaybettiği iki ayrı dönemde gözlerinin yaşarmasını görmüşlüğüm de oldu.
- Felç, ölüm...
Okul bitti araya askerlik girdi, askerlik bitti iş hayatı başladı, o bitti .....
Hayatı yakalamaya çalışırken birbirimizi kaçırıyorduk.
- Beyefendi, beyefendi...
Omzuma dokunan eli hissetmesem, hatıralardan ne zaman ve nasıl uyanırdım, bilmiyorum.Doktorun söylediği hiçbirşeyi duymamıştım, duymak istememiştim belki de...
O da anlamıştı.
- Artık belgeleri imzalamalısınız dedi ve gitti.
314 nolu hastane odasına döndüğümde, üzerine çarçabuk geçirildiği belli olan koyu mavi ameliyat elbisesi ile gördüm onu.Sağını solunu çekiştiriyor, açıkta kalan yerlerini kapatmaya çalışıyordu.Gözlerimi dolmuştu yoksa bana mı öyle gelmişti bilmiyorum.Yüzüne vurmuş bitkinliğe inat elimi tuttu.
- Gidiyoruz işte dedi.
- Hakkını helal et.
O an boynuna dolanmak, hıçkıra hıçkıra ağlamak geldi içimden, yapamadım.Boğazıma düğümlenen yüzlerce kelimeden bir tanesi çıkabildi ağzımdan;
- Baba!!! diyebildim.
O gün, sabah saatlerinde başlayıp, öğleden sonraya kadar devam eden, içeridekinin mi yoksa dışarıdakinin mi daha çok acı çektiği bilinmeyen, uzun fakat başarılı bir operasyon geçirmişti.Çıktığında kendinde değildi, titriyor, ne olduğu anlaşılmayan hırıltılı sesler çıkartıyordu.Anestezinin etkisi geçince, yarada hissettirmeye başlayınca kendisini, geceyi uykusuz geçirdi.Ben de uyumadım.Gece boyu birbirimize baktık, baktık, baktık... Çok şey anlattık, hiç konuşmadan...
İlk gün hiç konuşmadık ama hastanede kaldığı süre içerisinde, 15 - 20 gün kadardı sanırım, koridor gezmelerinde ve hastane odasında günün ilk ışıklarına kadar süren sohbetlerimiz oldu.Çocukluk günlerini anlattı, çobanlık hikayelerinden bahsetti.Daha da yakınlaştık birbirimize.
Hala vakit varken...
Hala...
Not: Resimler alıntıdır. ( These pictures in this writing are from other website )
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)






Hiç yorum yok:
Yorum Gönder